26 Ekim 2025 Pazar

BİR GECE

 



Yatağın ortasına oturmuş, ayaklarını da altına almıştı. Hüsniye burnunu tuvaletin kapalı kapısına dayamış, içeriyi kokluyordu. “Hüsniye gel kızım” diye yatağına çağırdı. Hüsniye’de garipti yani. O korkuyla çığlık atarken saklanmış, şimdi de kahramanlık yapıyordu.  “Gel yanıma gel. Kapıdan çıkıverse aklın gidecek.”  Kedi duymazlıktan geldi.

Aradan yarım saat geçip korkusu hafifleyince Bilge’nin mesanesi baskı yapmaya başladı.  Tuvalete gitmeliydi. Ama yataktan inemezdi. Korkusu buna engeldi. Hüsniye kapının önüne yatmış, kulaklarını dikmiş nöbet bekliyordu.  Bilge ofistekilere olayı anlatırsa gelecek tepkileri düşünüp gülümsedi.

 Eşiyle, ya da eşinin ailesiyle her tartışmasından sonra “ne rahatsın Bilge, hiç böyle dertlerin yok” diye imrenmeyle kıskanma arasındaki ince çizgide akrobasi yapan İdil “Ah canım ya, alo deseydin Ahmet gelip hallederdi” derdi mutlaka.  Babasının işe getirip götürdüğü, annesinin her saat başı aradığı Aysun kendisinin de çok korktuğunu, yine de yapabileceği bir şey olursa haber vermesini isterdi.  Evde serseri mayın gibi dolanan ikizlerinden illahla etmiş, Bilge’nin de haline içtenlikle üzüldüğü Hülya “aman ilaçlatıver” derdi.  Ortaçağda yaşasa büyücülükten yakılacağına neredeyse emin olduğu Buse kehribar rengi gözlerinden alevler saçarak ve fakat oldukça sakin bir sesle tuvaletin feng shuiye göre yanlış yerde olduğunu, bu nedenle böyle ziyaretçilerin olağan olduğunu söylerdi.

Bilge bu evi kendisi bulmuş, kendisi boyamış, boyunu aşan işlerde usta çağırmış, gerektiğinde hepsiyle çatır çatır kavga etmişti. Zorlu geçen boşanma sürecinden sonra bu evle birlikte kendisi de temizlenmiş, kırıkları onarılmış, fazlalıklar çöpe atılmıştı. Ofistekiler ve diğer herkes yalnızlığı Bilge’nin kapladığı yaldızlı dış jelatini ile görüyordu.  Herkes o yaldıza, ışıltıya sahip olmak istiyor, ama ödenen bedelleri kimse görmüyordu.

Bilge patisini bacağına dayamış uyuyan, dünyanın en masum kafasını okşarken omuz silkti. “Aman haberleri bile olmayacak değil mi Hüsniye?” dedi. Kendi sesini duymak iyi geldi. Yataktan inip ev terliğini eline aldı. Tuvaletin önce kapısını sonra ışığını açtı. Bir hamamböceği için evde erkek besleyecek değildi.

19 Ekim 2025 Pazar

ÇÜRÜK

 


Hale Hanım ağzında fena bir kokuyla uyandı. Dişlerini fırçaladı. Daha banyonun kapısından çıkamadan koku geri geldi. Sorun midesinde miydi acaba? Karnına dokundu. Acı, sancı, şişkinlik yoktu. Yine de dalga dalga yayılan bozuk yumurta kokusunu alıyordu.

Ağzına birkaç maydanoz yaprağı attı, çiğnedi. Pencereleri açtı. Azalmak bir yana koku artıyordu. Artık temmuz sıcağındaki bir çöp konteynırını andırıyordu. Tekrar banyoya girdi. Soyundu. Ayna karşısında vücudunu inceledi. İltihaplı bir yara, olmadı bir kızarıklık, en azından bir sivilce aradı. Yoktu. Güzel kokulu sabunlarla  duş aldı.  Faydası olmadı. “Bütün iç organlarım çürüdü herhalde” diye düşündü Hale Hanım. Çöp kokusuna panik eklendi. Doktora gitmeyi düşündü. Ne diyecekti? “Ben öldüm sanırım?” “İçim çürüdü.?”  Kırk yaşını geçmiş bir mühendis olarak bunu mantıksız buldu. Kendine yakıştıramadı.

Akşam yediği balığın dokunmuş olabileceğini düşündü. Belki de sadece çürük bir dişti. Kendini sakinleştirmeye çalışıyordu.

Çalışma odasına geçti. Bilgisayarını açtı. Maillerini kontrol edecekti. İlk maili gördüğünde gözleri fal taşı gibi açıldı. Kalbi bir çöp dağının içinde gümbürdedi. Çarpıntı çöpleri dağıttı. Koku yükseldi. çöp dağı bir volkan gibi patlamaya hazırlanıyordu. Hayaletler yazamazdı!  Ama kendisi canlıydı ve mailleri okuyabilirdi. Maili açtı. :

Merhaba bugün ayrılığımızın ilk yıl dönümü. Bir yılı nasıl geçirdin merak ettim. Çok zavallıca olsa da beni unutma diye çabalıyorum. Cevaplarsan sevinirim. Ozan  Volkan patlamadı. Bir mum alevine dönüştü. Hale maili biraz aşağı kaydırdığında geçen yıl kendisinin yazdığı maili gördü. Ona cevap olarak yazmıştı Ozan. Okudu yeniden. Kendi sesini de duyarak

Ölmeni bekliyorum. Yaşamanı sağlayacak tüm kanalları kapattım.  Gözlerin ellerin yavaşça silikleşti içimde. Sesin fısıltıya dönüştü. O güzelim kahkahalarını istesem de hatırlayamıyorum. “Bir daha aramayacağım seni” sözümün arkasında durmak için telefon numaranı sildim. Bütün rakamlarını tek tek boğuyorum. Zamanın ellerine teslim ettim seni. Ayrıntıları törpülemesini, sesini alıp ötelere taşımasını, içini boşaltmasını izliyorum. Seninle işi bittiğinde geçmişimin posasını izleyeceğim. Demiştim ya daha önce ”başkası yaşamış gibi” Ölüyorsun farkında mısın? İçinde bir mezarla nasıl yaşanır biliyor musun?

Mezardaki ölü kendi cenaze namazını kılmaya kalkmıştı bugün.

Çürük kokusu geçti. O zaten başka zamanlara, başka kadınlara aitti.