28 Eylül 2025 Pazar

YENİDEN

 



Zuhal uyurken bir sihirli değnek dokundu omzuna. Sabah terliklerini ayağına geçirirken başka biriydi. “Ne garip rüyaydı, tanımam etmem” diye mırıldandı. Ekmek almak için evden çıktı. Fırına girmek üzereyken rüyasındaki genci gördü. Işıklarda bekliyordu. Kulağında kulaklıkları, başı müziğin ritmiyle sallanıyordu. Yeşil yandı. Ve Zuhal'in zihninde bir düğmeye basıldı. 

Rüyası şu an gözünün önünde gerçek oluyordu. Bunu fark edince  zaman durdu. İnsanlar, arabalar, kuşlar, uçuşan yapraklar durdu. Genç karşıya geçmek üzere yürüdü. Yoldan son hızla gelen kırmızı bir otomobil  ona çarptı.  Kanlar içinde yere yığıldı.

Zaman akmaya başladı. Zuhal fırının önündeydi. Kot montlu genç ışığın yanmasını bekliyordu. Zuhal etrafına bakındı. Kendisinden başka kimse farkında değil gibiydi. “Hey kot montlu, hey beyefendi” diye bağırdı. Genç fark etmedi bile. Zıpladı, çırpındı. Işığı bekleyenler işaret etti. O, kulaklığını çıkarıp, Zuhal’e doğru yürümeye başladı. Yeşil yandı. Kırmızı otomobil yolun ortasında yakaladı. Genç kanlar içinde asfalta düştü.

***

Zuhal uyurken sihirli bir değnek dokundu omzuna. Terliklerini ayağına geçirirken başka biriydi. “Nasıl kaldı arabanın altında” diye rüyasına cık cıkladı. Ekmek almak için fırına giderken yolun karşısında onu gördü. Kot montu ve kulaklığıyla oradaydı. Zuhal birkaç saniye donakaldı. Sonra karşıya geçmek için hızlıca hamle yaptı. Zuhal’e bir motokuryenin motoru çarptı.

*** 

Zuhal uyurken sihirli bir değnek dokundu omzuna. Terliklerini ayağına geçirirken başka biriydi. Bir an duraksadı. “Rüya değildi” diye fısıldadı. Pijamalarıyla evden fırladı. Genç henüz gelmemişti. Yeşil ışığı bekleyip karşıya geçti. Geldiğinde yine de gözlerine inanamadı. “Gerçekten rüya değilmiş” Karşısında durup kulaklığını çıkarmasını işaret etti. Bir nefeste anlattı sonra. Genç anlayışlı ve şefkatli bir yüz ifadesiyle dinledi, gülümsedi. Yanındakilere “deli mi ne?” dedi ve kırmızı otomobile doğru yürüdü.

***

Zuhal yatağın içinde dizlerini karnına çekip oturmuş, ileri geri sallanıyordu. Erkenden uyanmıştı. “Sadece rüya, sadece rüya” diye fısıldıyordu. Açık pencereden duyulan uzun bir korna ve fren sesinin ardından “ambulans, ambulans” çığlıklarını duydu.

*** 

Zuhal uyurken sihirli bir değnek dokundu omzuna. Terliklerini ayağına geçirirken başka biriydi.Yatağının karşısındaki aynada kendisiyle göz göze geldi. “Yüzlerce kez denedin. Olmadı. Olmayacak. Engelleyemezsin” dedi. Karışık saçları, morarmış göz altları ve pijamalarıyla fırına yollandı. Başını kaldırımdan bir kez bile kaldırmadan  fırının kapısından girip ekmeğini aldı. Fren sesini, kornayı duydu. Gözlerinden pıtır pıtır akan yaşlarla evine gidip kapısını kapadı.

 

 

 

23 Eylül 2025 Salı

ÖNEM SIRASI

 



Sabahın ışığı önce perdenin, sonra kirpiklerinin engelini aştı. Gözlerini açtığında yine yastığında, çarşafın üzerinde öbek öbek kelimeleri gördü. Eliyle tek tek topladı.  komodinin çekmecesine doldurdu., diğer kelimelerin yanına...

Acele etmeliydi. Haftalardır hazırlandığı sunum bugündü. 

Duşta saçlarından düşen birkaç cümle giderden kayıp gitti. Ender rastlanan bir benzetme ayağının altında paramparça oldu. İçinden bir an eğilip parçaları toplamak geçti ama vakit yoktu. 

Mutfak masasında neşe içinde şakıyan bir grup tamlamayı ve ekmek sepetine yaslanmış hüzünlü kelimeleri sol eliyle sağ avucuna süpürdü. Camın önündeki menekşenin kurumuş toprağına sepeledi. Tamlamalar menekşeyle hararetli bir sohbete tutuştular hemen. Toprağa düşen kelimeler kök saldılar. Yaprakların arasında yeni anlamlar filizlendi.

Gömleğinin düğmelerine tutunan, sloganlar atan on kadar cümleyi gardırobun içine silkeledi. Biraz direndiler ama düştüler. İçeride hala bağırıyorlardı. Belli ki susmaya niyetleri yoktu.  Benzer cümleler bir keresinde kemerine zincirlemişlerdi kendilerini de, çareyi kendine yeni bir kemer almakta bulmuştu.

Ayakkabılarını giyerken ayak bileğine, pantolonuna sarılan yapışkan ve sulu kara benzeyen kelimeleri nazikçe alıp ayakkabı kutusundaki arkadaşlarının yanına koydu.

Arabaya bindiğinde, sileceklerin ardına gizlenmiş çaresiz cümle parçalarıyla uğraşmak zorunda kaldı. Bir şey anlatmak istiyorlardı, ama kırık dökük seslerinden yalnızca hüzün süzülüyordu. Acımak dışında elinden bir şey gelmedi. İncitmeden nazikçe topladı. Torpido gözüne yerleştirdi. 

Nefesini derin bir iç çekişle verip arabayı çalıştırdı. Direksiyona dokunan elleri titriyordu hafifçe. 

 “Bir gün mutlaka size döneceğim  kelimelerim"  dedi içinden."İşlerim azalacak, vakit çoğalacak... ve o romanı sizinle birlikte yazacağım.”

21 Eylül 2025 Pazar

AYNA

 

Biz balkonda oturuyorduk Memur Bey. Eşimle birlikte. “Eski mi deseydim acaba? Neyse ne, sanki ben biliyorum da ne olduğumuzu”  Hava kararmıştı. Sokak lambalarının aydınlığı vardı sadece. Sahil tarafı daha hareketli oluyor tabi de, buralar sessiz. “Çıplak ayaklarımızı balkon demirine yaslamıştık. Rüzgârla denizin kokusu geliyordu. Yan yana oturmuştuk. Birbirimize bakmıyorduk. Karanlığa, evlerin ışıklarına, karşı balkona bakıyorduk

Karşı apartmanda oturuyor Meral.  Bizim gibi beşinci katta o da. Evler hep bir örnek sitede.  Gece onlar da balkona çıkar. Bazen rakı kadehlerini, bazen çay bardaklarını kaldırıp selam veririz. Başka muhabbetimiz olmadı. “Hep karşıya bakıp yanımızdakiyle konuşuyorduk. Onlar parmaklarını birbirlerinin yüzüne sallayıp tehditler savururken biz elele tutuşup birbirimizi ne çok sevdiğimizi söylüyorduk. Ya da tam tersi

Ne bileyim Memur Bey ne desem yalan olur şimdi. Ara sıra tartışırlardı. Evin içini bilemem ama öyle dayak falan ne gördüm ne duydum. Sesleri yükselirdi, bağrışırlardı, kesilirdi sonra. Akşamına rakı sofrasını kurarlardı balkona. “Boş biraların şişeleri yerdeydi. Cila niyetine çay içiyorduk biz. Dingindik.  Sabahki sorunumuzu çözmüş, uzlaşmıştık. Fırtınadan sonraki sakinlik gibiydi. Kırılmış, dağılmıştık ama görüşümüz netleşmişti.”

Onların alt kat komşusunu tanırım ben. O dediydi çok ayrılıp barışmış bunlar. Birbirlerine ağızlarına geleni söyleyip, sonra kuyruklarını kıstırıp dönüyorlarmış geri.  Nasıl bir şeyse artık. Bir kere iki yıl ayrı kalmışlar, bazen aylarca. Sonra gururu, inadı boş verip barışıyorlarmış. İşte aşk mıdır, aptallık mıdır bilemem. İkisi aynı bana sorarsan da… “Ama geçiyor ki acısı. O ilk öfke devam etmiyor. Külleniyor. Yerini özlemin ateşi alıyor. Özlem azalmıyor da yakıyor içini. Ne yapacaksın geri dönüyorsun. Deliyse benim delim. Ben de onun delisi. Bizi bizden iyi kim bilecek. Biz de döndük kaç kez.”

Her akşam gibiydi. Ayıptır söylemesi kızartma yapmıştım. Sever benimki. Masayı topladım. Baktım Meral balkonu yıkıyor. Bira açtık. Ama vallahi sarhoş olmadık. İki biradan ne olacak? Kocası masayı hazırladı. Tekrar bir baktım rakı tokuşturuyorlar. “Alışveriş listesi yapıyorduk biz. Yoğurt, kürdan… “  Bir an sonra kocası Meral’in saçını okşuyordu. Meral elini itti. “Markete sen gideceksin, ben gideceğim tartışması çıktı aramızda.  O kasiyer kız ona yiyecek gibi bakarken o tek başına gidemez elbette. Ne münasebet.”  Adam ayağa kalktı. Sesi duyulmuyordu ama Meral’e doğru eğilmiş, konuşuyordu. Meral geriledi biraz.  Biri vardı. Öyle hissediyordum. Sezgilerim güçlüdür benim. Beni sevdiğini ispat et. Hadi ispatla. Dedim.

Sigarasını yakarken Meral’in yüzünü görür gibi oldum. Yok, Memur Bey balkon ışıklarını yakmıyoruz. Sivrisineklerle baş edilmez. Salonun ışığı yetiyor. Neyse işte ağlıyordu sanki. Bence sevdiğine inanmıyordu adamın. Sevilen kadın hisseder. Sonra Meral ayağa kalktı. Balkon demirlerine tutunup gökyüzüne baktı. Biraz dışarı sarktı bunu yaparken. Kocası başını ellerinin arasına almış oturuyordu. Eminim çünkü biz susmuştuk. Konu bitmişti. Sessizlik olmuştu ve karşı balkona bakıyorduk. “Ayrılalım o zaman demişti. Madem sevdiğime inanmıyorsun ayrılalım.” Meral düşüverdi balkondan. Yok, kocası kalkmadı. Düştü mü, atladı mı bilemem ama kendisi yaptı. Öyle külçe gibi değil ama. Kurusun diye asılmış bir gömleğin mandaldan kurtulması gibi. Böyle salına salına indi. Belki dediğiniz gibi küt diye düşmüştür Memur Bey. Belki ben şoktan öyle gördüm sandım.

Rica ederim görevimiz. Yardımcı olmuşumdur inşallah. Elbette içeri bakabilirsiniz. Dedim ya hep birbirine benzer bizim evler. Benim evime bak Meral’in evini görmüş kadar olursun.

18 Eylül 2025 Perşembe

ÇIT

 

İlyas evine giden yokuşu çıkıyordu. Güneş binaların arkasında kayboluyor, gölgeler uzuyor, insanlar, evler, yollar, ağaçlar aynı kızıl rengi giyiniyordu. Şehir arkasında homurtusu, gürültüsü, gıcırtısı, patırtıları ve koşturmalarıyla nefes almaya devam ediyordu.

İlyas’ın içinde bir şey “çıt” etti.

Şevval’in dükkâna uğrayıp onu almakla iyi etmişti.  Tek başına bu yolda nasıl gelecekti kız? İti var kopuğu var. Böyle yan yaya yürürlerdi. Birlikte. Karnı da belli oluyor artık. Minicik bir can..  Bircan olacak adı. “Çıt”

“Şu Hasan’a çok fena girişeceğim bir gün” dedi İlyas. “Hem işi bilmiyor, hem sürekli patrona ispiyon peşinde. Ama işte dediğin gibi, başımı derde sokmaya değmez.”

“Senin günün nasıldı? Ayşe döndü mü işe? Yorma kendini. Tansiyonun yükselmesin yine. Tehlikeli olur dedi doktor.  Şevval bak ne diyorum? Bir mercimek çorbası yapsan ya akşama. Ben de salata yaparım. Mis. Of nasıl canım çekti, böyle dumanı üstünde.”

“Çıt”

Yolun iki yanına sıralanmış gecekonduların çıplak lambaları teker teker yanıyordu. Perdeler yoksulluğu içeride tutuyor, tabak, kaşık sesleri sokağa taşıyordu. Belediyenin verdiği kömürle yakılan sobadan çıkan duman havayı is kokutuyordu.

“Dalmışsın İlyas kaçtır sesleniyorum” dedi bir ses. İlyas irkildi.

“iyi akşamlar Şerife Teyze. Duymamışım. Eve gidiyoruz biz de”

Şerife Teyzenin gözlerinden bir acıma geçti. “Hadi oyalanma evladım. İyi akşamlar. Allah yardımcın olsun” dedi. Şerife Teyze, eşini kaybettiğinden beri yalnız yaşıyordu. Yirmi yıldan fazla olmuştu. Yalnızlık ne zor!

“Çıt”

Artık evlerini görüyordu. Işığı yanmayan tek ev oydu. Adımları yavaşladı.

“Çıt çıt çıt”

“Şevval be, gel eve gitmeyelim bu akşam. Ne yapalım biliyor musun? “

Huzursuzca kıpırdandı.

“Ne yapalım biliyor musun? Şey yapalım. Hani pikniğe gitmiştik komşularla. Geçen yaz. Ha, oraya gidelim. Hadi. Burada duralım. Böyle kapımızın önünde. O da olur. Sana göstermedim hiç, şu ileriki tepeden manzara çok güzel. Gel birlikte bakalım. Eve gitmeyelim Şevval.”

Sokak lambası evin dış kapısını aydınlatıyordu. İlyas elini  kapıya uzattı. Ateşe dokunmuş gibi geri çekti. İleri geri yürüdü. Tekrar kapıya uzandı. Olmadı. Lambanın yanına çöktü. Başını ellerinin arasına aldı.

“İlyas abi, İlyas abi”

İlyas başını kaldırdı. İlk kez görüyormuş gibi baktı. Sonra tanıdı. Yan komşunun kızı Sevil.

“İlyas abi geldiğini görünce annem yemek gönderdi. Patates yemeği. Sıcak sıcak ye. İstersen buyur bize gel”

İlyas ayağa kalktı..

Çıtırtılar, sağır edici bir çatırtıya dönüştü. Şevval’i sarıp sarmalayıp içine gizledi.

Sevil yalvarır gibi konuştu:

“Hatırım için birkaç yudum ye. Sıcak bir şey geçsin boğazından. Kaç gün geçti. Vadesi bu kadarmış. Ölenle ölünmez İlyas abi.”