13 Kasım 2025 Perşembe

EV

 


Kaldırımda oturuyorum. Dört yıldır her şeyim olan; sığınağım, kalem evim yanıyor. Sanki dev bir ejderha onu kocaman ağzında çiğniyor. Elleriyle duvarlarını, kolonlarını koparıyor. Siyah bir posaya çevirip atıyor. Evimin sessiz çığlıkları gökyüzüne yükseliyor.

“İtfaiye nerede kaldı?” diye bağırıyor dağınık sarı saçlı, pijamalı kadın.

Beyaz atletli kel adam “Su yok mu, su?”  diye sesleniyor. Tanımıyorum hiç birini. Kimsem yok burada. Evim vardı sadece, her şeyim oradaydı.

Sokağa bakan küçücük penceresi patlıyor evimin. Küçük ağzını kocaman açıyor, nefes almak için… Alevler gırtlağına yapışmış. Kırmızılar, sarılar, siyahlar sürekli yer değiştiriyor. Birbirlerine dolanarak yükselirken bazen birleşip bazen ayrılıyorlar. Acı dolu benzersiz bir dans sergiliyorlar. Sirenleri ve hortumları ile kırmızı renkli itfaiye araçları da bu dansa dâhil oluyor. Oysa buraya ait değiller. Uyumsuz bir tablo!

Yetkili “İçeride kimse var mı?” diye soruyor

Beni işaret ediyor beyaz atletli,  “Bu vardı çıkardık. Evi de, çöp evmiş diyorlar.”

Hayır, hayır çöp değil onlar. Evim o.

Ambulans da geliyor. Turuncu yelekli bir kadın,

“Teyzeciğim, gel bir bakalım sana. Yürüyebilecek misin?” Otomatik bir ses... Giriveriyor koluma. Bir battaniye, su, tansiyon… Hızlı hareket ediyor.

“Burada otur olur mu teyzem?” Cevap beklemiyor ne güzel.

Su sıkıyorlar. Alevler alay eder gibi daha da yükseğe tırmanıyor.

Bu şehre hiç gelmemeliydik Mehmet, demiştim.  Güvenlik görevlisi işi bulmuş. Murat küçükken göç edersek para kazanırmışız. Köyde kimimiz var ki zaten. Boğulacaksak büyük denizde boğulalım. Öyle demişti…

Çatı büyük bir gürültüyle çöküyor.  Ev kendi üstüne kapanıyor.

Murat küçük…

Pijamalı sarışın resmi kıyafetli birine beni işaret ediyor. Elini kolunu sallayarak konuşuyor. Aklımla ilgili bir şeyler anlatıyor. Kelimeler, yanarken uçuşan kâğıtlar gibi dağılıveriyor.

Çöp değil benim evim.

Neler atıyor insanlar çöpe? Karton kutu, şişe, kalem, gazete, defter…

Murat resim yapalım gel oğlum. 

Pil, oje, gömlek, örtü, radyo, cüzdan… Önce odanın köşesine topladım. Üst üste, üst üste… Sonra…  Bir oda bir mutfak zaten evim. Oysa bütün şehri evime doldurmak istiyorum! Yoksa bu boşluk nasıl…”

Yan duvar, kumdan yapılmış sanki çöküveriyor.

Çöp olur mu hiç? Fotoğraf çerçeveleri buldum. Fasulye ve pirinç bulaşmıştı üstlerine. Yemek yapılmış evde belli. Çocuk yememiş, onun tabağındaki sıyırıp çöpe atmış annesi. Olsunmuş, yatmadan önce süt içermiş.

Mehmet kolunu omzuma atmış. Beni her kötülükten koruyacakmış gibi.  Ben Murat’ın elinden tutuyorum. Onu yerleştirdim çerçeveye.

“Gidecek yerin var mı ablacığım?” diyor üniformalı. Şokta olduğumu söylüyor, otomatik sesli hemşire.

Evimin kapısı simsiyah...

Gelince bu gecekonduyu tutmuştu Mehmet. İki kanepe, birkaç kap kacak. Menemen yapmıştım o gün. Şeffaf bir poşette biber tohumları, yumurta kabukları… Ucu düğüm.

“Baba! Ben de geleyim,” diye atılmıştı oğlan.

“Hadi birlikte gidelim,” demişti babası.  “Ekmek alırız, sana da şeker.”

Çöpü tutuşturdum Mehmet’in eline. Sokağın başında çöp konteyneri.

“Basket gibi at baba!”

Karşısı fırın, görmemişler. Araba hızlıymış. Murat oracıkta can vermiş. Mehmet hastaneye varamadan yolda.

Birkaç saat önce tüpü yakmak için gazı olan bir çakmak arıyordum. Yüzlerce çakmak. Rengarenk.Şekerlemelere benziyorlar.

Çat çat… Yanmadı at. Çat çat. Yanmadı at. Yanmış meğer.

Poşetler tutuştu, gazeteler, peçeteler, perdeler, karton kutular…

Alevler yakacak yeni anılar bulmuş olmalılar. Epey canlandılar. İtfaiye çaresiz...

Bu su bardağını alayım, kullanırım mutlaka.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder